Batı Karadenizde Sonbahar


Hıdırlık Tepesi’nden Safranbolu en güzel şekilde görülüp, fotoğrafları çekildikten sonra şehrin yüzlerce yıllık sokaklarında gezilip keşfedilecek bir şehir, adını Safran bitkisinden alan Safranbolu.

Sonbahar, hüznün mevsimidir. Yorgun ağaçların sarı, turuncu, yeşil, kırmızı renklere büründüğü, yapraklarını dökerek üzerindeki bir yılın ağırlığını hafifletip, çıplaklaştığı ve yeni umutlar gibi yeni baharlara tekrar giyinmek için hazırlandığı bir mevsimdir. Zor, bir sonbaharda her şeyi bırakıp gitmek, ruhen ve bedenen, temizlenmek, yenilenmek, yeni başlangıçlar yapmak isteği duyduğum bir dönemde gittim, ülkemin bu güzel bölgesine, üç günlük bir tatil için. 

Bozkırdan Ormanlara 

İzmir'den uçakla Ankara'ya ulaştıktan sonra benimle birlikte Gündoğdu Rotary Kulübü üyesi 17 arkadaşımı bekleyen midibüsle başladık yolculuğa. Ankara ve çevresinin çorak bozkırlarında yol alıyorken yolculuğumuz kuzeye doğru yön değiştirince bu kez Karadeniz'in yemyeşil doğası belirmeye başladı. Usta aşçılar diyarı Mengen ve Bolu'dan sonra bir doğa harikası Abant Gölü'ne ulaştık. Dört mevsimde dört ayrı güzelliği yaşayan çevresi çam ormanlarıyla kaplı göl ve çevresinin huzur veren sessizliğinde yürüyüş yaptık, karnımız tok olmasına rağmen, burnumuza gelen ızgara sucuk kokularından etkilenip, kendimizi bir restoranın ağaçlar altındaki tahta masalarında sucuk ekmek yerken bulduk. Böylesine güzel doğa harikası yerlerimizin yapılaşmadan uzak, doğal haliyle korunuyor olması ne güzel, keşke aynı hassasiyeti yaşadığımız şehirler için de gösterebilsek mümkün olduğunca betonlaşmadan koruyabilsek yaşadığımız çevreyi. 

Safranbolu

Annem, babam beni konaklarda büyütmedi ama çocukluğumun geçtiği iki katlı, içerden merdivenli, ahşap tabanlı, yüksek tavanlı 80- 90 yıllık, 60 cm taş duvarlı dede- nine yadigarı geniş bahçeli, tadına doyum olmayan ekmek ayvası ve can erik ağaçlı, yaz akşamları serin bahçesinde yemek yediğimiz evimiz, Safranbolu da kaldığımız Asmalı Konak Otel'in sanki fiziki olarak bir benzeri idi. Bu tür evlerde yaşam biraz zordur ama geçmişi geleceğe taşır. Safranbolular zoru başarmış yıkıp yerine beton binalar dikmek yerine tüm bir şehri restore etmiş, övünç duyulacak bir şehir yaratmış. 

Bir vadinin yamacında komşusunun görüntüsünü engellemeden, altlı üstlü, yan yana dizilmiş ve sizi alıp geçmişe götüren manzarası ile nostaljik Safranbolu evleri, camileri, hanı, hamamı, kahvehanesi, Arnavut kaldırımlı yolları ile korunmuş, restore edilmiş ve Unesco Dünya Kültür Mirası listesine girmeyi hak edip, Türkiye'den ve de dünyadan, yerli, yabancı turistleri kendine çeken bir merkez olmayı başarmış. 

Hıdırlık Tepesi'nden Safranbolu en güzel şekilde görülüp, fotoğrafları çekildikten sonra şehrin yüzlerce yıllık sokaklarında gezilip keşfedilecek bir şehir, adını Safran bitkisinden alan Safranbolu. Köprülü Mehmet Paşa Camii ve avlusundaki Güneş saatini mutlaka görün, saatin olmadığı zamanlarda zamanı nasıl belirlediklerini görmek bana heyecan verici geldi. Yemeniciler Arastası, Bakırcılar çarşısındaki küçük esnaf dükkanlarına girin çıkın geçmişi koklayın, Arnavut kaldırımlarında salına salına yürüyün, aman topuklu ayakkabılara dikkat. 1645 yılında Kazasker Cinci Hoca tarafından İpek Yolu üzerinde yaptırılmış, Cinci Hanı ve hamamı şimdi 2 katlı 63 odalı bir otele dönüştürülmüş ve Unesco koruması altında görülmeye değer. 

Yörük Köyü

Safranbolu'ya on dakika uzaklıkta 150- 400 yıllık korunmuş ve restorasyonu devam eden evlerden oluşmuş, Unesco Kültür mirası listesinde bir köy Yörük köyü, 150 haneli köyde 45 hane yaşıyor ve genellikle yaşlılar kalmış, gençler İstanbul'a yerleşmiş. Yine arnavut kaldırımlı ve toprak yolları yılların verdiği ağırlıkla bel vermiş eski evleri ortak çamaşır yıkama alanı çamaşırhanesi ve yaşlı teyze amcaların küçük tezgahlarında sattıkları kendi ürünleri ile anılarımızda kaldı bu güzel köy. 

Dr. A. Tayfur YAĞCI