Bir Dünya Şehri: Cenevre


Zürih’ten sonra İsviçre’nin ikinci büyük şehri olan Cenevre’ye girerken bizi Leman gölü üzerinde, şehrin en büyük anıtı ve sembolü olan Jet d’Eau: Su Fıskiyesi karşıladı. 40 katlı bir bina yüksekliğinde, saniyede 500 litre su pompalayan Su Fıskiyesi şehrin hemen hemen her yerinden görülebiliyor.

Birleşmiş milletlerin Avrupa merkezi olan Cenevre aynı zamanda, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) gibi uluslararası kuruluşların genel merkezlerine ev sahipliği yapmasından dolayı, dünyanın diplomasi başkentidir. Bu yüzden sokakta dolaşırken şehrin kozmopolit yapısını hemen fark edebilirsiniz, çünkü nüfusun @’ını yabancı uyruklular oluşturur.

Önemli bir kavşak noktası ve ticaret merkezi olmasının yanında Bankacılık ve saat yapımcılığında öne çıkan bir şehirdir.

Şehrin lüks alışveriş bölgesindeki Rue du Rhone, Rudela Confederation, Rue du Marche caddelerindeki marka butiklerin vitrinindeki kıyafetlerin üzerindeki rakamlar dudak uçuklatan cinsinden idi. 10,20,30,40 bin liralık kıyafetleri, alın teriyle kazanılan paralar ile almak çok zor gibi geldi bana.

Şehirde Gezinti

Leman gölü ile Rhone nehrinin birleştiği yerde kurulu olan, yeşillikler içerisindeki bu kente ismini M.Ö. 52 yılında Sezar vermiş.

Gölün hemen kenarında uzanan İngiliz Bahçesi (Jardin Anglais) içindeki binlerce çiçekten oluşturulan 5 metre çapındaki dev çiçek saati görülmeye değer. Yılda iki kez yeşillendirilen saat, Cenevre saat endüstrisinin simgesidir.

Yine gölün diğer yakasında Cenevre’nin en görkemli anıtı olan Brunswick dükünün mozolesi yeşillikler içinde Brunswick Bahçesinde gözümüze çarpan anıtlardan bir tanesi idi. Son yıllarını Cenevre’de sürgünde geçiren dük, büyük servetini ölümünden sonra, adına bir mozole yapılması şartıyla şehre bırakmış. Her zaman,her yerde olduğu gibi parası olan düdüğü çalıyor.

Sabah erken saatte şehri gezerken göl kenarına indiğimizde kendimizi Uluslararası Cenevre Maraton’un içinde bulduk. Sembolikte olsa bende bir süre sporcularla birlikte koşarak şehrin iki yakasını birleştiren Mont Blanch köprüsündeki bitiş noktasına kadar geldim. Anılarıma Uluslararası İstanbul maratonundan sonra birde Cenevre maratonu kazınmış oldu böylece.

Tarihi şehrin en yüksek noktasındaki Saint Pierne Katedrali ön cephesindeki klasik sütunları ile ilgimi çekti.

Ünlü deniz bilimci Jean Jacques Rousseau’nun doğduğu ev küçük bir müzeye dönüştürülmüş.

Şehrin kuzeyinde yer alan Avrupa Nükleer araştırma merkezi CERN’i merak etmeme rağmen zaman ayırıp gidip gezemedim.

Masal Şehir: Steın Am Rheın

İsviçre seyahatimiz boyunca, Zürih, Bern ve Cenevre yolculukları esnasında, hem İsviçre’nin muhteşem doğasını doya doya seyrettik, hem de küçük kasabalara uğradık. Rheinfall şelalesi yakınında uğradığımız, Ren nehrinin doğduğu yer olan Stein am Rhein kasabası; taş döşeli dar sokakları, çıkma pencereleri, fresklerle süslü 16. Yüzyıldan kalma yarı ahşap evleri ile, sessiz sakin bir masal kasabası gibi idi. Buradaki evlere dekorasyonundan esinlenerek, Beyaz Kartalın Yuvası, Güneş Hanı, Kızıl Öküzün Evi gibi isimler verildiğini öğrendik.

Kasabanın sokaklarında, evlenecek kız arkadaşları ile Cup Cake yapıp, gelin adayına destek için satan çoşkulu bir grup genç kız günün sürprizi idi. Bizdeki Kına Gecesini görseler hayretler içinde kalırlar diye düşündüm.Batı’dan doğu’ya ,kuzey’den güney’e geleneklerimiz,göreneklerimiz o kadar renkli ki,bir de BARIŞ içinde yaşamayı öğrenebilsek bu mozaik içerisinde.

Seyahatin Yıldızı: Annecy

Avrupa ülkelerinde sınır yok, isteyen istediği ülkeye elini kolunu sallayarak serbestçe girip çıkabiliyor. Rehberimiz, İsviçre sınırında Annecy isminde çok güzel bir şehrin varlığından bahsedince Fransa’nın bu çok şirin, dağlar arasında, göl kenarında, içinden gürül gürül akarsuyun aktığı güzeller güzeli şehre rotamızı çevirdik.

Oldum olası açık pazarları sever, kapalı alışveriş merkezlerinden nefret ederim. Şansımıza o gün Annecy, şehrinin, dar, kıvrım kıvrım tarihi sokaklarında açık Pazar vardı. Renk, renk, taze taze sebzeler, meyvalar tezgahları süslüyordu.

Dikkatimi çeken bir şey de çok çeşitli peynirler ve tütsülenmiş, işlenmiş et çeşitleri idi. Şık güzel Fransız kadınları ve erkekleri çoluk, çocuk pazaryerinde yine, birbirinden şık kadın erkek pazarcılardan alışverişlerini yapıyorlardı.

Benim özlediğim Türkiye, bu Pazar yerinde ve her Avrupa ülkesinde gördüğüm, ekonomisi güçlü, şık, bakımlı, modern bireylerden oluşmuş, yönünü Batı’ya çevirmiş bir Türkiye idi.Bu düşüncelerle bu güzel Fransız şehrini büyük bir zevk ve heyecanla gezdikten sonra Türkiye’ye döneceğimiz son şehir İtalya’nın Milano kentine doğru yola koyulduk,ünlü Mont Blanch tünelinden geçerek.

Modanın Merkezi Milano

Daha önceki yıllarda ziyaret ettiğim Milano şehrine akşam saatlerinde vardığımızda, şehir sarı sokak lambalarının romantik loş ışıkları altında, şık dükkan ve butiklerin ışıl ışıl vitrinleriyle karşıladı bizi. Kısa bir şehir turu ve ünlü Duomo meydanındaki gezintiden sonra, dolu dolu ve çok keyifli geçen bir seyahatin ardından vatanımız Türkiye’ye dönmek üzere, güzel anılarla İtalya’nın Bergamo havaalanına doğru yola koyulduk, gecenin ilk yarısında.

Hoşçakalın, sağlıkla kalın.