Pariste Aşk Başkadır


Pariste Aşk Başkadır / Dr. A. Tayfur Yağcı

Yaşamak bir başka güzel bu şehirde

Bir şehri keşfetmenin en güzel yolu yürüyerek dolaşmaktır. Paris, elinizde harita ile keşfedebileceğiniz kadar güzel, özgür ve düzenli bir sevda kentidir. Her gelen Avrupanın bu tarihi şehrinde iz bırakmıştır.

BAŞLARKEN...

Gelişmiş, ekonomik durumu iyi ülkelere, özellikle Avrupa ülkelerine her seyahatimden sonra en az 15 gün isyanları oynarım.

Fransa (Paris), Almanya (Köln), Lüksemburg (Luksemburg), Belçika (Brüksel, Brugge) ve Hollanda (Amsterdam, Norten, Volanthen) 5 Avrupa ülkesi ve 8 şehri kapsayan Avrupa seyahatimden döneli neredeyse üç hafta oldu ama anılarımı sizinle paylaşmak için kalemi elime yeni aldım. Eğer öfkem geçmeden yazmaya başlasaydım kılıç gibi keskin olabilirdi yazdıklarım! Siz de öyle yapın; öfkeyle söylenen sözler, çok can yakabilir, acıtabilir ve unutulmaz. İçinizden 10a kadar sayın, rahatlayın ve sonra söyleyeceklerinizi söyleyin. Niye mi öfkeleniyorum? Niye mi isyanları oynuyorum? Böylesine güzel, düzenli, gelişmiş, zengin, yolsuzlukların ve yoksulluğun çok az yaşandığı, terörün neredeyse hiç can almadığı, askerlik yaparken şehit düşen evlatları için anaların-babaların canlarının yanmadığı, insan hayatının ve hatta hayvanların hayatının çok değerli ve güven altında olduğu, sokakların, caddelerin bakımlı, tertemiz, yemyeşil ağaçlarla süslendiği, evlerin bakımlı, boyalı, çatıların ve arka bahçelerin bile özenli düzenli olduğu, gecekondunun hiç olmadığı, ekonomik hayatın canlı, mağazaların alışveriş yapan yerli ve yabancı turistlerle dolu olduğu, sokaklarda dolaşan genç-yaşlı hemen herkesin şık, bakımlı, güleryüzlü olduğu, merhaba, günaydın, iyi akşamlar, iyi günler, pardon, özür dilerim, lütfen sözcüklerinin çok sık kullanıldığı ve siyasetçilerinin Anayasayı, laik düzeni değiştirmek yerine, ülkelerini nasıl daha ileriye götürmek için barış içinde çalışıp çabaladıkları, birbirleriyle kavga etmedikleri, böylesine güzel ülkeleri kısa süre de olsa gezip görüp yaşadıktan sonra ülkemizin içinde bulunduğu koşullara siz olsanız isyan etmez misiniz, üzülmez misiniz, öfkelenmez misiniz?

KİMDİR? Dr. A. Tayfur Yağcı

Manisanın Alaşehir ilçesinde doğdu. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu.

Akupunktur eğitimini, 1995 yılında Çin Halk Cumhuriyetinde Pekin ve Tianjinde aldı. Buradaki başarılı çalışmalarından dolayı ilk defa bir yabancı hekime verilen "Altın Anahtar" ile ödüllendirildi.

Mezoterapi ve medikal estetik tıbbi tedavisi eğitimini, 1996 yılında Fransanın başkenti Pariste tamamladı.

Ulusal ve uluslararası kongrelerde yayınlanmış çok sayıda bildirisi vardır.

Su Grubu üyesi ressam Dr. A. Tayfur Yağcının 5 eseri uluslararası bilimsel seçici kurul tarafından Floransa Bienalinde sergilenmeye değer bulunmuş ve 5-13 Aralık 2009 tarihinde İtalyaya davet edilmiştir.

Hayatımda, iki büyük ülkenin ve üç güzel şehrin anlamı benim için çok çok önemlidir. Bunlar; 1995 yılında "Geleneksel Çin Tıbbı ve Akupunktur" üst eğitimi aldığım Çinin Pekin (Beijing) ve Tianjin (İzmirin kardeş şehri, Çinin 3üncü büyük şehri) şehirleri ile 1996 yılında "Mezoterapi ve Medikal Estetik Eğitimi" aldığım Fransanın dünyaca ünlü ticaret, kültür, aşk, estetik, kongre, turizm, sanat ve moda merkezi Paris.

Sizlere, mart ayında gazetenizde yayınlanan "Işık Doğudan Gelir - 12 Yıl Önce 12 Yıl Sonra Çin" isimli yazı dizimde, Çindeki 12 yıl içindeki inanılmaz değişimi anlatmış, 1995 yılında Akupunktur Üst Eğitimi için gittiğim Çinin Pekin şehrini tanıyamadığımı, tarihi belgeleri ve binalar dışındaki inanılmaz değişimi anlatmıştım.

Parise ilk defa 1996 yılında mezoterapi eğitimi için gitmiştim. Bu seyahatim ise Parise 5inci gidişimdi. Peki, 12 yıl içinde Pariste ne değişmişti? Tabii ki hiçbir şey değişmemişti. Her şey yerli yerindeydi çünkü Paris bir Ortaçağ şehriydi. Korunmaya alınmış binaları, park, bahçe, meydan, kafe, sokak ve caddelerinin aynı güzelliğiyle bizleri bekliyordu ve hep aynı güzelliğiyle bekleyecekti.

PARİS VE PARİSLİLER

Paris, yüzyıllar boyunca batı dünyasının en yaratıcı merkezlerinden biri olmuş ve dünyanın en büyük yeteneklerini kendine çekmiştir. Kendini ifade edebilecekleri ve hayatı eksiksiz yaşayabilecekleri bir yer arayanlar için gerçek bir sığınak olmuştur.

Devlet adamı, kral, ressam, yazar, şair ve müzisyenlere tarihi boyunca kucağını açan bu şehir, onlar sayesinde, ayrıksı yaşam tarzını, kendine has havasını ve kültürünü geliştirdikçe geliştirmiştir. Marlene Dietrich, Josephine Baker, Salvador Dali, Pablo Picasso, Vincent Van Gogh, Richard Wagner, Roman Polanski, Leon Troçki, Rudolf Nureyev, Oscar Wilde bu ünlü konuklardan bazılarıdır. Tarihi boyunca, ülkenin değişik yörelerinden ve yurtdışından farklı ülkelerden sıradışı ve önemli kişiler, Parisin kendine has havasını solumak için bu şehre akın etmişler ve kendi izlerini bırakmışlardır.

Ressamlar yeni akımlar, politikacılar yeni düşünce ekolleri, müzisyen ve sinemacılar yeni eğilimler ve mimarlar ise bu şehre yeni bir çehre kazandırmışlardır.

KENTİ GEZERKEN

Bir şehri keşfetmenin en güzel yolu yürüyerek dolaşmaktır. Paris, elinizde harita ile yürüyerek keşfedebileceğiniz kadar güzel ve düzenli bir şehirdir. Metrosu sizi en uç noktalara kadar ulaştıracak derecede yaygın ve hızlıdır.

Şehrin her yeri dolaşmaya, görülmeye, keşfedilmeye değerdir. Tarih kokan sokakları sevimli, bulvarları geniş, kafeleri ise yorgunluk molaları için ideal mekanlardır. Park ve bahçeleri ise Parisi yeşillikler içinde bir şehir yapacak kadar geniş ve düzenlidir. Yeşil alan yoksunu, beton yığını İzmirimizi ve yöneticilerini hep hatırladım, kulaklarını çınlattım.

Nereleri gezilebilir?

Notre Dame Kilisesi, opera binası ve çevresi, Concorde, Vendome ve Trocadero meydanları, Madeleine Kilisesi, Eyfel Kulesi, Champ Elysees (Şanzelize) Bulvarı, Sen Nehri gezisi, Louvre Müzesi, Orsay Müzesi, saraylar, Alexandre III Köprüsü, Montmartre (Ressamlar Tepesi), Sacre Coeure (Adaklar Kilisesi), Pigale, La Defense bölgesi gibi oldukça çoktur. Paris için bir ziyaretçiye bir fahişenin verebileceği her şeyi verebilen bir şehirdir derler.

NOTRE DAME KİLİSESİ

Parisin tarihi ile özdeşleşmiş, Ortaçağ gotik mimarisinin harika bir örneği olan bu katedralin temeli 1163 yılında atılmış ve tam 167 yıl inşaatı sürmüştür. Birçok kral, kraliçe ve Napolyonun taht giyme törenine ev sahipliği yapmıştır. Victor Hugonun ünlü romanı Notre Dameın Kamburu, bu katedralin dünya çapında tanınmasını sağlamıştır.

Katedraldeki tek orijinal çan, Güney Kuledeki çandır ve yapımında bronz eritilirken XIV. Louisin aristokratları tarafından bağışlanan altın ve gümüşlerle karıştırılarak elde edilmiştir. Bu sebepten hayranlık uyandıran bir sesi vardır.

Katedralin tam önündeki Zero Point (Sıfır Noktası) ise Fransadaki tüm şehirlerin Parise olan uzaklığının belirlendiği merkezi belirleyen bir noktadır.

CATHERINE DENEUVE

Parise her gelişimde hissettiğim duygu hüzündür. Evet, bu şehir bana hüzün veriyor. Hangi mevsimde olursa olsun, ister bu kez olduğu gibi sarı, yeşil, turuncu yapraklı ağaçlarıyla olduğu gibi sonbahar olsun, ister yaz, ister kış olsun bu şehirde bir hüzün var. Tıpkı ünlü Fransız sinema oyuncusu, gençlik yıllarımdan beri hayranı olduğum hüzünlü güzel Catherine Deneuve gibi. Ama bu hüzünlü hali ne Catherine Deneuveyu ne de Parisi sevmeme engel oluyor. Parise hüzünlü halini veren hep gri renkte olan binaları, hep gri renkte ve yağmurlu olan havası, Ortaçağdan kalma caddeleri, sokakları, binaları ve romantizmi.